40 yıl önce 15 Kasım 1983’te Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi’ndeki 40 milletvekilinin tümü bağımsızlık bildirgesini imzaladı. KKTC o gün resmen doğdu.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 40’ıncı yaşını coşkulu törenlerle kutlamaya hazırlanıyor.
Aslında 1983’ten beri değil, 1964 yılından bu yana iki ayrı devlet var Kıbrıs’ta…
Dolayısıyla yeterli zamanı geçti. Artık gelecekte nasıl bir ülkede yaşamak istediğimizi ortaya koymanın zamanı geldi.
Anavatan elbet ilelebet Anavatanımızdır. Tamam ama artık biz yavru vatan değiliz. Bu kadar uzun bir geçmişe sahip devlet artık yavru olamaz.
Öyle ya… Yarım asır… Dile kolay… Şu anda bütün Türk Cumhuriyetlerinden daha yaşlıyız.
Ancak ana yavru tanımlarının arkasına sığınıp bu ülkeyi sömüren anlayışında da artık sorgulanması gerekir.
İçimizde ilelebet yavru kalmak isteyen siyasi bir zümre var.
Yavru kalalım ki anamız bizi beslesin.
Bu zihniyet yüzünden ne yazık ki yarım asırdan bu yana kendi ayaklarımızın üstünde durmayı beceremedik…
Peki neden kendi ayaklarımızın üstünde duramadık?
Çünkü ürettiğimizden fazlasını tükettik.
Kazandığımızdan fazlasını harcadık.
Ganimet ekonomisine teslim olduk.
Artık bu anlayış, ülkedeki ekonominin çarklarını döndürmeye yetmiyor.
Çünkü ganimet de bitmiş durumda.
Bir taraf sadece “Çözüm olsun kurtulalım” derken, bir taraf da “Türkiye parayı göndersin kurtulalım” diye diretti yıllarca…
“Avrupa Birliği’ne girelim kurtulalım” ya da “Türkiye’ye bağlanalım kurtulalım” diyenler de oldu elbette…
Ancak zaman içinde bunların hiçbirinin bu ülkenin kurtuluşu için çözüm olmadığı ortaya çıktı.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bugün 40’ıncı yaşanı kutlamaya hazırlanırken, başımızda var olan çatının değerini bir kez daha anlıyoruz.
Kurtuluşu Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, Avrupa Birliği’nde, Türkiye’de değil kendi içimizde aramak zorundayız. Aksi halde çocuklarımıza 100 yaşına da gelse yavru kalmaya mahkum bir devlet bırakmış oluruz. O devletin de kimseye faydası olmaz.